Günümüz global ekonomisinde, güçlü ve söz sahibi bir ülke olmanın en temel koşulunun ekonomik bağımsızlık olduğunu biliyoruz. Ekonomik bağımsızlık ise; teknolojik buluşların, üretmenin yanı sıra enerji kaynaklarına sahip olabilme ve kullanabilme ile doğru orantılıdır. Dolayısı ile üretimin en büyük parametresi olan; hammadde yani enerji kaynağı öne çıkmaktadır.

Ülkeler arası savaşların, gerilimlerin ve politik yaptırımların temelinde daha fazla enerji kaynağına sahip olma veya faydalanma yatmaktadır. Ülkemizde buna bağlı olarak dönem dönem çeşitli enerji stratejileri geliştirmektedir. Hatta bazen farklı ülkelerle stratejik iş birliklerine gidilmektedir. Günümüzün en popüler kaynakları olan petrol ve doğalgaz açısından çok zengin olmasak’ta; bu eksiği farklı kaynaklardan telafi etme girişimlerine gidilmektedir.

Ülkemiz yenilenebilir, temiz enerji kaynakları açısından oldukça zengin olsa da; uluslararası platformlarda, ülke ekonomisini daha ileri düzeye taşıyacak, üretim kapasitesi çok daha yüksek tesislere ihtiyaç vardır. Bugün bakıldığında her gün daha fazla hidroelektrik santralleri, rüzgar türbinleri, güneş enerjisi panelleri kurulmaktadır. Tüm bu yatırımlar tartışmasız ülke ekonomisine ve enerji ihtiyacımıza büyük katma değer sağlamaktadır. Fakat istenilen ivmeyi bize sağlayacak olan yatırım, bugün pek çok uzmanında üzerinde hem fikir olduğu, “Nükleer Enerji”, ülkemizin kalkınmasında ki büyük hamlelerden birisi olacaktır.

Bu sebeple son yıllarda Rusya ile ülkemiz arasında stratejik iş birliğine gidilmiş ve Mersin-Akkuyu nükleer santrali projesi bundan yıllar önce başlamıştır. Zaman zaman politik gerilimler yüzünden sekteye uğrasa da, gelecekte tamamlanması hedeflenmektedir. Türkiye bu proje ile enerji açığının büyük bir kısmını kapatabileceğini planlanmaktadır. Bu projede Rusya ile stratejik iş birliğinin en büyük sebebi ise; nükleer enerji kurulumu konusunda oldukça deneyimli bir ülke olması ve Türkiye ile yakın ikili ilişkilerdir.

Bir başka adı atom enerjisi olan nükleer güç; her geçen gün insan hayatında daha önemli rol oynamaya başlamıştır. Atomun çekirdeğinin parçalanması veya iki küçük çekirdeğin birleşmesi ile nükleer enerji ortaya çıkmaktadır. Uranyum, Toryum vb. gibi ağır çekirdeklerin parçalanması olayı nükleer fizikte fisyon (bölünme) olarak bilinir. Bu reaksiyonda, çok büyük miktarda enerji açığa çıkar ve daha fazla nötron oluşur. Bu nötronlarda ilk işlemlerine benzer şekilde zincirleme olarak daha fazla çekirdeği parçalar ve bu zincirleme reaksiyonu biçiminde sürer ve yüksek miktarda enerji açığa çıkar. Ayrıca hidrojen, döteryum vb. gibi hafif çekirdekler de bir araya gelerek daha ağır bir çekirdek oluşturabilirler ve yine bir miktar kütle enerjiye dönüşür.

Nükleer enerji santrallerinden ilk enerji üreten ülkeler 1955 yılı sonlarında ABD ve eski Sovyetler Birliği olmuştur. Daha sonra bu gelişim esnasında, 1975 yılında 19 ülkede 157 santralin yapımı tamamlanmış ve böylece nükleer santrallerin elektrik üretim gücü 700 Mega Watt’a (MW) ulaşmıştır. 1970’li yılların geneline bakıldığında yaşanan petrol krizi sonrasında ülkeler, enerji elde etmek için nükleer enerji kullanmaya başlamış ancak alternatif şekliyle rekabet edemeyecek yüksek maliyetlere sahip olduğundan nükleer enerji, uzun süre hayata geçirilememiştir.

Nükleer enerjinin dünya elektrik üretimindeki payı zaman zaman oluşan dalgalanmalara rağmen devamlı olarak artmıştır. Dünyada, şu an 30 ülkede 451 nükleer reaktör işletilmektedir. Bunlara ek olarak, 18 ülkede 55 reaktör inşaat halindedir. Nükleer reaktör bakımından Amerika 104 reaktör ile 1. sırada yer alırken 31 Aralık 2018 itibarıyla 3 nükleer reaktörün inşaatına hızlı bir şekilde başlanmıştır. Fransa, 58 nükleer reaktör ile 2. sırada yer alırken Çin 46 nükleer reaktör ile 3. sırada, 39 nükleer reaktör ile Japonya 4. sırada, 36 nükleer reaktörle Rusya 5. sıradadır. Zengin uranyum kaynağına sahip olan İran’da 1 adet nükleer santrali bulunmasına karşın, Amerika ile aralarında yaptıkları anlaşmaya istinaden, ambargoların kalkmasıyla bu sayının artması planlanmaktadır.

Toplumun enerji bağlamındaki beklentisi, güvenilir ve sürekli enerji sağlanması olduğundan emre amadelik kriteri çerçevesinde fosil yakıtlı enerji santralleri ile nükleer santrallerden, bir başka deyişle konvansiyonel santrallerden vazgeçilemeyeceği anlaşılmaktadır. Ancak yine toplumun beklentisi olan sürdürülebilir kalkınmanın da mutlaka sağlanması istendiği takdirde nükleer santraller öne çıkmakta ve yadsınamaz bir önem taşımaktadır. İşte bu şartlarda da nükleer santrallerin güvenli işletmelerin sağlanabilmesi ve hayata geçirilebilmesi için derinliğine güvenlik felsefesi önemle ve titizlikle uygulanması gereken bir kavram olmaktadır. Bir başka deyişle, en ileri teknoloji ile nükleer güvenlik kriterlerinin en üst seviyede uygulanmasını sağlayarak derinliğine güvenlik felsefesi ile tasarımlanmış ve mühendislik uygulamaları ile gerçekleştirilmiş nükleer santralleri hayata geçirmek gerekir. Türkiye’de nükleer santrallerin kurulması düşüncesi ülkemizin geleceği için çok önemli olduğu görülmektedir. Türkiye’de kurulması düşünülen değerlendirmeye alınacak reaktör tipleri, doğal uranyum kullanan basınçlı ağır su (CANDU), basınçlı su reaktörü (PWR) ve kaynar su reaktörü (BWR). Bunların dışında kalan reaktörler değerlendirmeye alınmayacaktır.

Türkiye’de nükleer enerji elde etme çalışmalarını 1955 yılına kadar geriye götürmek mümkündür. 1956 yılında Başbakanlığa bağlı Atom Enerjisi Komisyonu kurulmuş ve devamında 1961 yılında Büyük Çekmece’de Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezinde (ÇNAEM) 1MW gücünde araştırma reaktörü işletmeye açılmıştır. 1982 yılında 2690 sayılı kanunla Atom Enerjisi Komisyonu, Atom Enerji Kurumu olarak yeniden yapılandırılmıştır. Bu kurumun amacı nükleer enerjiden elektrik üretmek, çalışmaları teşvik etmek ve düzenlemek, nükleer tesislere gerekli lisansı vermek ve denetlemektir. 1967-1979 yıllarına bakıldığında ise Türkiye’de ilk nükleer santralin kurulması planlanmış ancak 1977 yılında bitirilmesi planlanan santral 1970-1971 yılları arasında ekonomik ve politik sebeplerden dolayı bir türlü kurulamamıştır.

1976 yılında nükleer santral için yer seçimi tamamlanmış, Akkuyu’da yapılacak bir santral için lisans alınmış ve 1977 yılı uluslararası ihaleye çıkış yılı olmuştur. İhalelerde birtakım problemlerin olması ve aynı zamanda 1980 ihtilali nedeniyle istenilen sonuç alınamamıştır. Akkuyu için 1996-2000 yılları arasında yapılan ihale kararlarının 8 defa ertelenmesi sebebiyle bir sonuç alınamamıştır. Uzun süren bir yolculuğun ardından aktif olarak çalışan bir nükleer santralin olmayışı büyüyen Türkiye ekonomisinin dışa bağımlılığının da giderek artmasına neden olmuştur. Sonuç olarak 2010 yılında Rusya ile hükümetler arası anlaşma imzalanarak Akkuyu Nükleer Güç Santrali Elektrik Üretim AŞ kurulmuş oldu. Bu bağlamda temelleri atılan Akkuyu Nükleer Santralinin önemi Türkiye için çok önem arz etmektedir. Türkiye’de 2023 yılına kadar Akkuyu ve Sinop Nükleer santrallerinin işletmeye alınması durumunda, kurulu durumdaki güçle elektriğin  %10‘unu nükleer santraller karşılayacaktır. Yılda 80 milyar KW/h elektrik üretimi tahmin edilmektedir. Bu nükleer santraller bugün işletmeye açık olsaydı elektrik tüketiminin % 17’sini karşılama gücüne sahip olacak böylece Türkiye, 16 milyar metreküp doğal gaz ithal etmekten ve dolayısıyla doğal gaza yıllık 7,2 milyar dolar ödemekten kurtulacaktı. Bu santrallerin faaliyete geçirilmesi durumunda 3 yılda sadece doğal gaza ödenecek para ile Mersin-Akkuyu’da 4 ünite nükleer santral kurulabilmekte olması ekonomik açıdan çok önemlidir.

Akkuyu Nükleer Santrallerinde inşaatın yapımı esnasında yaklaşık 10.000 işçi çalışacaktır. Bu işçilerin çoğunluğu Türk işçi olacaktır. Bu da istihdam açısından çok önemlidir. İki santral inşaatı tamamlandığında kalifiye elemanlarımız uzmanlaşacak, gelecekte kuracağımız santraller için Türk uzman elemanlarımızla tabiri caizse kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz.

Tabi ki bu madenlerin çıkartılması esnasında araziler çok fazla işleme maruz kalacak ve devasa miktarda atık madde ortaya çıkacaktır. Bu atık maddelerin çıkartılması ve imha edilmesi sırasında çevreye mümkün olduğunca zarar vermemek, doğal sirkülasyonu da bozmamak önemli bir detaydır.

Nükleer santrallerin inşaatı ve işletimi sırasındaki en kritik konulardan biriside iş güvenliği konusudur. Herhangi bir dikkatsizlik veya ihmal çok büyük felaketlere sebep olabilmektedir. Bu sebeple çalışan ekibin en alt kademeden en üst düzey yöneticilere kadar eğitimli ve donanımlı olması büyük önem taşımaktadır.

Kaynaklar

Prof. Dr. Yüksel Özdemir – Türkiye’nin Enerji Stratejisi

Arif Tan – Enerji Politikamız

Ekonomi kategorisinde bulunan diğer içerikleri de okumanızı tavsiye ederiz!

Yazar Hakkında

Arif TAN

Lisans, Dokuz Eylül Üniv. - Makine Mühendisliği Yüksek Lisans, Marmara Üniv. - MBA Doktora, Zürih Üniv. - Ekonomi (Halen) 19.10.1987 Antalya doğumluyum. Çeşitli dergi, kurum ve kuruluşlarda yazarlık yapmaktayım.

Tüm Makaleleri Göster