Cumhuriyetin ilanının ardından başkent seçilmiş Ankara’daki mimari değişimin sebepleri ve bu dönemde egemen olan mimari akım oldukça önemlidir. Ankara’nın başkent olarak seçilmesinin ardından pek çok aydının uzun süre bu kararı benimseyememesi ve bunun sonucunda kentin mimari dönüşümündeki ilk dönemde başarılı bir batılı kent imgesi ortaya çıkarılamaması, Türkiye’nin 1927 yılından sonraki mimari gelişimini de etkilemiştir.

Batıcı bir aydın sayılan Ahmet Haşim’in yazdığı Gurabahane-i Laklakan’da mimari gelişmelere yönelttiği eleştirirler ise Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleşen bu sürecin önemini ortaya koymuştur. Ahmet Haşim, Gurabahanei- Laklakan’da şöyle eleştirir: “Genç şairler, parmak hesabı ile mani düzmeye başlayalı, bazı yenilik taraftarları Türk sazını değnekle idare etmeye kalkışalı, mimarlarımız arasında da ne isimle yad edeceğimizi bilmediğimiz mahut medrese mimarisi yayılmaya başladı. Otel, banka, mektep, iskele şimdi dışarıdan minaresi ve içeriden mimberi eksik birer cami karikatürüdür. Bu tarz inşa usulüne mimarlarımız Türk mimarisi diyorlar.”  

Bu yazıda da Ahmet Haşim’in eleştirdiği, Cumhuriyetin amaçlarına uygun olmayan ve bu nedenle çok kısa bir dönemi kapsayan, mimari değişiklikten ve bu değişikliğe sebep olan akımdan bahsedilecektir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Anadolu’da önemli mekânsal değişimlerin gerekliliğini zorunlu kılmıştır. Türkiye; ilan ettiği Cumhuriyetin Osmanlı imajından kurtulması, İstanbul’daki emperyalist denetimin ve baskının kırılması gibi sebeplerle Ankara’yı başkent seçmişti.  Ankara’nın başkent olarak seçilmesi ile birlikte tüm ülkede örnek alınacak bir mekân dönüşümü gerçekleşecekti. Bu sebepten dolayı Ankara’nın modern ve çağdaş bir kent olarak kurulmasında Cumhuriyet rejimindeki başarı temel alınabilir.

Cumhuriyet’in İlk Yılları ve İkinci Meşrutiyet’in Etkisi

Türkiye’de mimarlık, inceleyeceğimiz 1923-1927 yılları da düşünülecek olursa Türkiye’nin üzerindeki hem dış etkiler hem de Türkiye’nin içyapısındaki dönüşümler nedeniyle ülke ekonomisinin değişmesi, yeni toplumsal kurumların oluşması, sınıfsal yapıdaki değişimler sebebiyle pek çok dönüşüm yaşamıştır.

Ankara’nın mekânsal dönüşümündeki ilk dönem sayılan 1923- 1927 yılları, İkinci Meşrutiyet döneminde gelişen ulusal mimarlık anlayışının sürdürüldüğü yıllardır. Bu dönemde karşımıza çıkan her alanda ulusal bilinci oluşturma çalışmaları mimarlıkta da kendisini göstermiştir. Bu nedenle Türkiye’deki mimarlık sürecini 1923- 1927 yılları arasında ele almak aslında İkinci Meşrutiyetin ulusal mimarlık akımını ele almaktır.

İkinci Abdülhamit döneminde etkisi artmaya başlayan yabancı mimarların etkinliği, kamu yapılarında kendisini göstermeye başlamıştır. İkinci Abdülhamit’in İslamcılık ideolojisini benimsediği bir zamanda 19 ve 20. Yüzyıllarda özellikle Avrupa ve Amerika’da etkili olan ve mimaride farklı akımların bir araya getirilmesi ile yapıların yaratılması anlamındaki eklektisizm, Osmanlı İslam ögeleri de kullanılarak yeniden yorumlanmıştır. Bu dönemdeki binaların tasarımında geleneksel bir planlama anlayışı yerine Batılı bir anlayış mevcuttur.

Ulusal Mimarlık Akımının Gelişmesindeki Etkenler

Birincil ulusal mimarlık akımının önemli isimlerinden sayılan Mimar Vedat ve Kemalettin Bey eğitimlerinin ardından 1800’lü yılların sonunda Osmanlı- İslam ögelerini içeren bir mimarlık akımının temelini oluşturmaya çalışmışlarsa da ulusal mimarlık akımı, uygulamada pek fazla olanağa ulaşamamıştır.  Bu akımın uygulama olanağı bulması ancak İkinci Meşrutiyetin sonrasında mümkün olmuştur. Zira Türkiye’deki mimarlar, Osmanlı Mimar ve Mühendisleri Cemiyeti’nin kurulmasının ardından pek çok uygulamada aktif rol oynama fırsatı bulabilmiştir.

Birincil ulusal mimarlık akımının kurulmasında Vedat ve Kemalettin Bey’in dışında bu akımın ulusal mimarlık ismi ile anılmasında da Balkan Savaşı, Arnavutluk Ayaklanması ve bunların ardından Osmanlıcılık, İslamcılık ideolojileri etkili olmuştur. Bu süreçlerin ardından Osmanlı İmparatorluğunda yaşanan siyasal gelişmeler bir ulusçuluk akımını ve ardından ulusal mimarlık akımını ortaya çıkarmıştır. Sonuçta benliği koruyarak çağdaşlaşma yolunda gelişen mimarlık akımı ile yapılan binalarda, planlamada ve işleyişte Batı’dan yararlanılsa da bina yüzeylerinde klasik Osmanlı yapı ögeleri kullanılmıştır. Buna göre ön cepheler simetrik ve görkemlidir. Yalancı kubbeler ile girişteki görsellik daha etkileyici kılınmış, geniş saçak ve saçak altı süslemelerinin yanı sıra çiniler ile süslenmiş pencereler de sık sık başvurulan cephe görünümleri arasında yer almıştır.

Bu akımın 1923- 1927 yılları arasında sınırlı kalması ve bundan sonraki dönemlerde Türkiye’deki aydınların mimarlık anlayışları için farklı yöntemlere yönlenmesinin ise pek çok sebebi sayılabilir. Ahmet Haşim’in de eleştirisinde görüldüğü gibi bu sebeplerin en başında hem Batılı hem klasik Osmanlı anlayışının dışında Cumhuriyet ile birlikte Batılılaşmaya verilen önemin artması söylenebilir. Bunun dışında akımın öncülerinden sayılan Kemalettin Bey’in ölümü ve ardından Vedat Bey’in Ankara’dan ayrılması da sayılabilir.  

Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara’nın başkent seçilmesi ile gerçekleştirilen çağdaş yapı dönüşümlerinde egemen olan mimari akım anlayışına ait açıklamaların ardından bu mimari anlayışa bir bakış atılması amacı ile aşağıdaki görseller incelenebilir.


Fikir ve Sanat kategorisinde bulunan diğer yazıları da okumanızı tavsiye ederiz!