Birinci Dünya Savaşı sıralarında önce Diyarbakır; sonrasında ise Urfa ve Antep’e göç eden ailesi, aslen Van’ın Erciş ilçesindendir. Birinci Dünya Savaşı’nda Rus işgalinden sonra daha iyi bir gelecek ümidiyle şehir şehir dolaşır ünlü yazarın anne babası. En sonunda dönemin ticaret merkezi olan ve verimli ovalara ev sahipliği yapan Adana’ya yerleşirler. Baba Sadık Efendi çiftçilikle uğraşmaktadır. Anne Nigar Hanım ise ev hanımıdır. O dönem tarımın ve ticaretin merkezi konumda olan Adana, Sadık Efendi ve Nigar Hanım gibi nice ailelere umut kapısı olan bir şehirdi. Özellikle geçim kaynakları çok kısıtlı olan Doğu ve Güneydoğu’nun diğer şehirlerinden birçok aile tarım işçiliği için bu verimli ovalara akın ederdi. Sadık Efendi ile Nigar Hanım’da bu ailelerden sadece biriydi; ama ekonomik durumları, diğer aileler gibi kötü değildi. Rus işgalinin ardından terk etmişlerdi doğup büyüdükleri köyü.

Tarihler 6 Ekim 1923’ü gösterdiğinde o dönemki ismi Hemite (Gökçeli) olan; bugünse Gökçedam ismiyle bilinen Osmaniye sınırları içindeki köyde Yaşar Kemal, dünyaya gelir. Kalabalık bir ailede dünyaya gelen Yaşar Kemal; amcası, yengesi ve akrabaları olan genç bir kızla aynı evde kalıyordu. Yaşam mücadelesi verdikleri Adana’da hep birlikte küçük bir evde yaşıyorlardı. Bu aile, yaşadıkları köydeki Kürt kökenli tek aileydi ve aile içinde Kürtçe konuşuluyordu. O zamanki adı Hemite olan Osmaniye de küçük bir Türkmen köyüydü. Yaşar Kemal doğduğu bu köyde ikiye bölünmüş bir hayat ve zihinle büyüdü. Köy içinde Türkçe konuşup Türkçe düşünürken aile fertleri Kürtçe konuşuyordu. Aslen Vanlı olan aile büyüklerinden Sadık Efendi’nin amcası, bir Kürt aşireti olan Luvan aşiretinin son lideriydi.

Hayatının en büyük travması…

Yaşar Kemal, henüz üç buçuk yaşındayken yaşadığı talihsiz bir kaza sonucu sağ gözünü kaybetti. Aslında her şey, klasikleşen bir Kurban Bayramı sırasında oldu. Aile büyükleri kurbanı keserken çocuklar da büyük bir merakla onları izlerdi. Yaşar Kemal de her çocuk gibi kurbanı boğazladıktan sonra derisini yüzen eniştesini izliyordu. Elindeki keskin bıçakla deriyi yüzmeye çalışan halasının kocasının elinden kaydırdığı bıçak, doğrudan küçük Yaşar’ın sağ gözüne saplandı. Ne yazık ki bu, sağ gözünü kaybeden Yaşar Kemal’in yaşayacağı onca acının sadece başlangıcıydı.

Sağ gözünü kaybettikten tam bir buçuk yıl sonra, beş yaşındayken hayatının en büyük travmasını ve en büyük acısını yaşadı Yaşar Kemal. Babası gözünün önünde bıçaklanarak öldürüldüğünde sadece beş yaşındaydı. Babası Sadık Efendi, manevi oğlu olarak gördüğü Yusuf adında bir genç tarafından hançerlenerek vahşice öldürülmüştü. Günümüze kadar süregelen, “Kan davası” dedikleri çağ dışı bir gelenekti bu cinayetin faili. Yaşar Kemal, şüphesiz en büyük acılardan birini yaşamıştı.

Yıllar sonra yazar kimliğiyle tanınınca yaşadığı acıyı şu şekilde özetleyecekti: “Ben, babamın camide namaz kıldığında yanındaydım. Hançerlendiği akşamdan sonra, sabaha kadar ‘Yüreğim yanıyor!’ diye ağladım.”

Küçük yaşlarda yaşadığı acılar, Yaşar Kemal’in büyümesini sağladı. Sonrasında doğup büyüdüğü coğrafya ve yaşadığı tüm acılar; öykülerini, romanlarını ve yazdığı senaryoları besleyen en büyük kaynak olacaktı. Babasının ölümünün ardından uzunca bir süre üzerindeki travmayı atamadı küçük Kemal. Yaklaşık on iki yaşına kadar sürdü kekemeliği. Annesi Nigar Hanım da kocasını kaybetmenin büyük üzüntüsünü yaşıyordu; ama hayat, her şeye rağmen devam ediyordu ve artık her zamankinden daha güçlü olmak zorundaydı.

Nigar Hanım ile ölen kocası Sadık Efendi arasında oldukça fazla yaş farkı vardı. Genç yaşta dul kalan Nigar Hanım, Yaşar’ın amcası Tahir ile evlendi. Babasının vefatından önce durumları iyiydi; ama annesinin amcasıyla evlenmesinin ardından gittikçe fakirleşmeye başladılar. Bu sebepten okula geç başladı. Sekiz yaşına gelmişti; ama henüz defter veya kitap yüzü görmemişti.

Yazı diye bir şeyin olduğunu bir gün köye gelen çerçiden öğrendi. Zamanında sırtında veya bir hayvan üzerinde taşıdıkları incik boncukları satan bu çerçiler, yanlarda getirdikleri borç defterine borçluları ve alacakları yazardı. Henüz sekiz yaşındaki Yaşar, bu şekilde öğrendi yazıyı. İlk yazma hevesi de köye gelen bu çerçi sayesinde başlamıştı.

Yaşar Kemal, okula başladığında dokuz yaşındaydı. Akranları çoktan geçmişti üst sınıflara. Okulu sevmişti Yaşar. Üç ay gibi bir sürede okuma yazmayı öğrendi. İkinci sınıfa geldiğinde Türk Maarif Cemiyeti’ne başladı. Yatılı olarak kaldığı okuldan devamsızlık sonucu atılmıştı.

Yaşar için iş hayatına atılma vakti gelmişti. Bir an önce çalışması gerekiyordu. 1941 yılında ilk iş deneyimi başladı. Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği’nde ırgat kâtibi olarak çalışıyordu. Sonrasında Adana Halk Evi Ramazanoğlu Kitaplığı’nda memur olarak çalıştı. Bunu takiben Zirai Mücadele’de ırgat başı olarak görev yaptı. Daha sonra Kadirli’nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği yaptı. Yaşar Kemal, daha çocuk yaşta babasız kalmanın yükünü sırtında taşıyordu. Okul hayatı her ne kadar erken bitse de çalıştığı pamuk tarlalarında hayatı öğrendi, hayat okulundan mezun oldu. Gördüğü zorluklar, acılar ve bu tüm bu zorlukların içinde hayat mücadelesi veren insanlar, yaratıcılığının temelini oluşturacaktı.

Vur sazın teline Mecit, yürekten olsun.

Yaşar Kemal’in edebiyata olan tutkusu, çok erken yaşlarda başlamıştı. Yazmanın ne olduğunu öğrendiği çerçiyle halk şairlerinin atışmalarına ortak olur, onlarla âşık atmaya çalışırdı. Türkü söylemeyi de çok severdi Yaşar. Yanık Anadolu türkülerini dinlerken yüreğinin derinliklerinde hissederdi yaşattığı duyguyu. Sadece dinlemekle kalmaz, eşlik eder, söylerdi türküleri. İlkokula başladığında en iyi arkadaşlarından biri olan Âşık Mecit çok iyi saz çalıyordu, Yaşar’da son derece güzel şiir okuyordu. Arkadaşının çaldığı saza şiirlerle eşlik ediyordu. Hatta iş hayatına başlamadan önce 1939’da yazdığı bir şiir, Adana Halk Evleri Dergisi’nde yayınlandı.

Saza karşı da tutkulu olan Yaşar, arkadaşı Mecit ile düğünlerde ve bayramlarda hep atışırdı. Bu âşık atışmaları dinleyenlerin büyük beğenisini toplarken annesi Nigar Hanımı endişelendirirdi. Oğlunun âşık olup şehir şehir gezmesinden korkuyordu. Oğluna çok düşkündü Nigar Hanım. Kocasının bir yadigârıydı o. Yaşar’ın saz çalmasına karşı olduğu gibi şiir okumasını da istemezdi. Bir gün Yaşar’ın babasının koruyucusu olan Zalanınoğlu adlı eşkıyanın öldürülmesinin ardından Yaşar Kemal’in sabahlara kadar yaktığı ağıtlar, annesinin tutumunu değiştirdi.

Yaşar Kemal’in edebiyatla gerçek anlamda tanışması, ortaokul yıllarına dayanır. Yazar, daha çok halk edebiyatı eserlerinin etkisinde kalmıştır. O yıllarda yazmış olduğu şiirler, birçok dergide yayınlanır. Edebiyat hayatına şiirle girdiğini söylesek çok da yanlış olmaz. “Çığ”, “Millet”, “Kovan” ve “Beşpınar” gibi dergiler, yazarın şiirlerini yayınlamıştır. Yaşar Kemal’in bu dergilerde yayınlanan şiirleri, sonrasında Abidin Dino ve ağabeyi Arif  Dino ile yakın ilişkiler kurmasına sebep olacaktı. Edebiyat dünyasının önemli isimleriyle kurduğu bu ilişkiler, ileride düşünce hayatını ve eserlerini oldukça etkileyecekti. Yaşar Kemal’in bir diğer büyük avantajı da Ramazanoğlu kütüphanesinde çalışması olmuştur. Bu kütüphanede birçok dünya klasiğiyle beraber Çukurova tarihiyle ilgili birçok eser okumuş ve etkisinde kalmıştır. Yaklaşık aynı zaman diliminde Orhan Kemal ile tanışma fırsatı bulmuştur.

Yaşar Kemal, ilk öyküsünü askerlik yaptığı sıralarda kaleme almıştı. Kayseri’de yaptığı askerlik süresince 1944’te kaleme aldığı “Pis” öyküsü Çukurova’nın insanlarını, yaşantılarını, sıkıntılarını ve acılarını anlatır. Bölgeye olan göçü, ekonomik sıkıntıları ve zorlu yaşam koşullarını kendi gözlemleriyle yansıtmıştır yazar. Ülkesinin ve özellikle yaşadığı coğrafyanın sorunlarına hiçbir dönem kayıtsız kalmamıştır. Yaşar Kemal, ilk öyküsünün ardından daha uzun öyküler kaleme almıştır.

Suçlu olan eşkıya mıydı?

Askerliğini tamamladıktan sonra doğruca İstanbul’un yolunu tutar. O sırada Fransızlara ait bir gaz şirketinde işe başlar. Görevi, gaz kontrol memurluğudur. Yazar, hayatını devam ettirebilmek için bir taraftan çalışırken diğer yandan da edebi çalışmalarına devam etmiştir. Sadece iki yıl kaldığı İstanbul’dan 1948 yılında Kadirli’ye döner. Daha önce yaptığı gibi çeltik tarlalarında kontrol memurluğu yapar. Dönem dönem de arzuhalcilik yapar usta yazar; ama işler bir türlü istediği gibi gitmez.

Halkının, yaşadığı coğrafyanın sorunlarına kayıtsız kalmayıp dile getirdiği için Komünizm propagandası ile suçlanıp 1950’de 142. maddeye muhalif davranışı sebebiyle hapis cezasına çarptırılır. Tam 1 yıl Kozan Cezaevi’nde tutuklu kalmıştır. Artık Çukurova’dan çıkma zamanı gelmişti. Sesini ve yazılarını daha büyük kitlelere duyurmalıydı.

Yaşar Kemal, içinde bulunduğu mücadeleyi büyük denizde vermek isteyince İstanbul’a taşınma kararı aldı. Bir süre Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışır. Gazetede bir yandan yaptığı röportajları yazarken bir taraftan da makaleler yayınlıyordu. Gazetecilikte de oldukça başarılı olan usta yazar, Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlemiş olduğu bir yarışmada “Özel Başarı” ödülüne layık görüldü. Yaşar Kemal’in tam bir yazar olarak çalışmaya başladığı bir dönemdir bu. Başka hiçbir işte çalışmadan tamamen yazılarına odaklanabilmiştir.

1951’den 1963’e kadar çalıştığı Cumhuriyet Gazetesi’nde zaman zaman fıkralar da yazan usta yazar, ilk öykü kitabı “Sarı Sıcak”ı bu dönemde yazmıştır. Yazarı “Yaşar Kemal” yapan en önemli başyapıtı diyebileceğimiz “İnce Memed”i ise 1953’de tamamlamıştır. Aslında çok daha önce başlamıştı İnce Memed’i yazmaya; ama bir dönem ara verdikten sonra ancak 1953’de tamamlayabilmişti eseri.

Usta yazar, birçok röportajında ona dünya çapında ün kazandıran “İnce Memed” adlı romanı 1947 yılında yazmaya başladığını söylemiştir. Eşkıyalığı anlattığı bu roman, onlarca dile çevrilmiş ve Yaşar Kemal’e dünya çapında ün kazandırmıştır. Yaşadığı coğrafyayı yansıttığı romanındaki eşkıyalık hikâyesi, ilgi çekici gelmişti. Aslında Yaşar Kemal’e bu romanı yazdıran hadise, amcaoğlunun dağda vurularak öldürülmesiydi. Amcasının oğlu Toroslar’da bir eşkıyaydı. Çocukluğu eşkıyalar içinde geçmişti usta yazarın. Bölgenin en büyük eşkıyalarından biriside dayısıydı.

Yazar, “Demirciler Çarşısı Cinayeti” ve “Yusufçuk Yusuf” adlı eserlerinde de ülkenin içinde bulunduğu süreci analiz eder. Çukurova’nın sosyolojik yapısını, Derebeyliği yönetimine benzer köy ağalarını anlatır bu kitaplarında. Dönemin iktidarı Demokrat Parti’nin sağladığı kredi ve imkânlarla ağaların bir anda zengin sanayicilere dönüşümünü anlatır. Yaşar Kemal, bu kitaplarında değişen düzene vurgu yapar.

“Hüyükteki Nar Ağacı” adlı eserinde ise Çukurova’daki tarımsal alanların ekilip biçilmesinde makineleşmenin başlamasıyla beraber hızla artan işsizliğin altını çizer.

Usta yazarın bir diğer önemi eseri olan “Orta Direk” yazarın adeta kendi hayatını ve tanıklıklarını anlattığı eserdir. Toroslar’ın arka sırtlarındaki bir köyde yaşayan köylülerin Çukurova’daki pamuk tarlalarında ırgatlık yapmak için yola koyuluşlarını ve tabiatla olan mücadeleleri sonucu Çukurova’ya varışlarını anlatır.

Yaşar Kemal, eserlerinde hep doğup büyüdüğü coğrafyanın kaynaklarından beslenmiştir. Birçok eserinde tanık olduğumuz verimli Çukurova toprakları, toprak sahibi ağalar ve çalışan ırgatlar birçok romanının ana unsurunu oluşturmuştur.

1963’te Cumhuriyet Gazetesi’ndeki görevinden ayrıldıktan sonra kendini tamamen romana vermişti usta yazar. Yaşar Kemal’in çocukluk döneminde büyüdüğü coğrafyada yüzlerce eşkıyanın olduğu biliniyordu. İnce Memed’in “Çakırdikeni” adlı ilk hikâyesini ise bu eşkıyalardan biri anlatmıştı. Bu eşkıya, aynı zamanda Kurtuluş Savaşı sırasında Kadirlilileri ilk örgütleyen Remzi Bey’di. Remzi Bey, Karamüftüoğlu ailesine mensuptu. Yaşar Kemal ile yaptıkları birçok sohbette eşkıyalık üzerine konuştular. Remzi Bey, eşkıyalık hayatını anlatırken; Yaşar Kemal de eşkıyalık üzerine düşüncelerini açıkça dile getiriyordu. Diğer bir deyişle eşkıyalık üzerine felsefe yaptıklarını söyleyebiliriz.

Yaşar Kemal, daha çocuk yaşta hayata karşı duruşunu ve çizgisini belli etmişti. Savunduğu ideolojilerden hiçbir zaman vazgeçmedi. O dönem dünya görüşüne en yakın parti olan İşçi Partisi’ne katıldı. 1962 aktif olarak siyasi hayata başladığı yıldı. Mensubu olduğu İşçi Partisi’nde Genel Yönetim Kurulu üyeliği yaparak Merkez Yürütme Kurulu’nda bulundu.

Yaşar Kemal; siyasi görüşünü yazılarında, makalelerinde ve kitaplarında açıkça ifade etmekten hiçbir zaman sakınmadı ve bu yüzden defalarca soruşturma geçirdi; ama o, yine de inandığı değerleri dile getirmekten geri durmadı.

Çukurova’nın verimli topraklarının gittikçe rant kazanmasıyla ağalar arası rekabeti de anlatmaktan kaçınmadı ağa baskısına boyun eğmeyip dağa çıkarak eşkıyalık yapan İnce Memed’i de. Tüm bu toplumsal olayları anlatırken diğer yandan da halkın aksaklıklarını dile getirdi. Toroslar’daki köylülerin toprakları için direnişlerini de ele aldı, verdikleri mücadele sonucunda topraklarını geri alışını da anlattı. “İnce Memed” de böyle bir romandı; döneminin toplumsal aksaklıklarını anlatan romantik bir hikâye. Sonunda hakkın yerini bulduğu, İnce Memed’in ağayı öldürüp toprakları gerçek sahipleri olan köylülere dağıttığı bir hikâyeydi.

Halktan, emekten, köylüden yana siyasi çizgisini her fırsatta gösterdi; ama usta yazarın bu tutumu her defasında başını ağrıttı. Birçok dava ve soruşturma geçirdi. Komünistlikle de suçlandı anarşistlikle de.

1967’de çıkardığı “Ant” dergisindeki yazıları yüzünden de başı çok ağrıdı. Bir defasında dergi ekindeki yazılardan dolayı 18 ay hapis cezası aldı; fakat Yargıtay, sonradan bu kararı iptal etti.

Yıllar sonra, 1995 yılında Almanya’nın prestijli dergilerinden biri olan “Der Spiegel”e yazdığı yazı yüzünden de DGM’de yargılandı ve 20 ay kadar hapis cezası aldı; ama bu cezada ertelendi. Yaşar Kemal’in DGM’de yargılanmasına sebep olan yazısı, Güneydoğu’da Kürt halklarına zulüm yapıldığını öne süren “Yalanlar Seferi” başlıklı yazısıydı.

Yaşar Kemal hakkında açılan tüm davalara, suçlamalara rağmen Sosyalist duruşunu hiç değiştirmedi ve bunu hiçbir zaman saklamadı. Uzunca bir süre yöneticiliğini yaptığı Türkiye İşçi Partisi’nden Türkiye’de yeni bir Marksist partiye ihtiyaç olduğunu belirterek ayrıldı. TİP’ten ayrılmaya sunduğu sebep ise kendi deyişiyle partinin gerçek sahibi olan emekçi sınıfından kopmasıydı.

“Kitaplarımı okuyanlar, barışçı olsunlar. Yoksa zahmet etmesinler.”

Yaşar Kemal’in yazmaya başladığı ilk zamanlardan ölümüne kadar yazdığı tüm yazılar, büyük beğeni topladı ve öyküleri, romanları birçok ödüle layık görüldü.

Türk Edebiyatı açısından oldukça önemli bir yeri olan “İnce Memed” yayınlandığı 1955 yılında yazara Varlık Roman Ödülü’nü kazandırdı. Daha sonra 1974’te “Demirciler Çarşısı Cinayeti” adlı romanıyla Madralı Roman Ödülü’ne; 1977’de ise sonrasında filme uyarlanan eseri “Yer Demir Gök Bakır” ile Fransa’da “Yılın En İyi Yabancı Romanı” ödülüne layık görülmüştü. Yazar, 1984 yılında bu kez Fransa’da “Legion D’Honneur” nişanıyla onurlandırılmıştı.

Yazarın büyük ilgi gören eserleri, 40’tan fazla dile tercüme edildi ve dünya çapında tanınan bir yazar olmasını sağladı. Ünlü yazar, defalarca Nobel Edebiyat ödülüne aday gösterildi; fakat bu ödülü bir türlü alamadı. Yaşar Kemal Nobel Edebiyat ödülüne ilk defa 1973’te aday gösterilmişti. Nobel’e aday gösterilen ilk Türk yazar unvanını da elinde bulunduran yazarla yaptıkları bir röportajda şakayla karışık “Ölene kadar da aday olacağım.” diyerek bu büyük ödül hakkındaki fikirlerini beyan etmişti. Ünlü yazar, Nobel Edebiyat Ödülü’nü alamamıştı; ama Türkiye’de ve yurt dışında birçok ödüle layık görüldü.

1993 yılında ise Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verilen Kültür ve Turizm Bakanlığı Büyük Ödülü’nü aldı. 2008 yılına gelindiğinde yine edebiyat alanında verilen “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü” Yaşar Kemal’e verildi. Usta yazar, ödülünü bizzat dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den almıştır. Ödül konuşması sırasında sahneye çıktığında “Anadolu sayesinde dünya kültürüne katkı sağlayacağız. Kitaplarımı okuyanlar, barışçı olsunlar. Yoksa zahmet etmesinler.” diyerek oldukça dikkat çekici ifadeler kullanmıştır ve cümlelerinin ardından tüm salon, ayakta alkışlamıştır usta yazarı.

Ünü ülke sınırları aşan Yaşar Kemal, yurt dışından da onlarca ödül aldı. “Uluslararası Cino del Duca Ödülü”, “Legion D’Honneur Nişanı”, “Commandeur Payesi”, Fransa Kültür Bakanlığı tarafından verilen Kültür-Sanat Nişanı ve “Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü” bunlardan sadece bazılarıdır. Usta yazar, hem Türkiye’de hem de yurt dışında birçok fahri doktora unvanı aldı.

“Sana teşekkür ederim sevgilim. Korkma, sakın korkma. Biz namuslu bir hayat sürdük.”

Doksan bir yıllık yaşam öyküsüne iki evlilik sığdırdı usta yazar. Bunlardan ilki ve hayatının aşkı olarak tanımladığı Thilda, Jak Mandil Paşa’nın torunu ve Osmanlı Bankası Genel Müdürü’nün kızıydı. Asıl adı Mathilda’ydı. Çukurova’da yolları kesişen ikili, 1952’te hayatlarını birleştirdi.

Thilda, zengin ve kültürlü bir aileden gelmesine karşın oldukça mütevazı ve zarif bir hanımefendiydi. Karısı Thilda, Yahudi kökenliydi. Bir tarafta Kürt kökenli aşiret çocuğu Yaşar; diğer tarafta soylu bir paşa torunu Yahudi Thilda…

Eğitimli bir ailede büyümüş olan Thilda; çok iyi düzeyde Türkçe, Fransızca, İspanyolca ve İngilizce biliyordu, bu dillerin hepsine anadil seviyesinde hâkimdi.

Thilda usta yazarın her anlamda hayat arkadaşı, yoldaşıydı. Yaşar Kemal’in tam 17 eserinin birçok yabancı dile çevirisini bizzat eşi yaptı. Yaşar Kemal, her defasında eserlerinin ve bu eserlere kaynaklık eden ülkesinin, zengin kültürünün dünyaya tanıtılmasının eşi Thilda sayesinde olduğunu dile getirmiştir. Yaşar Kemal eşi Thilda’yı karısı, kardeşi, can yoldaşı ve hayattaki en büyük dayanağı olarak görüyordu.

2001 yılında Akciğer rahatsızlığı nedeniyle kaybettiği hayat arkadaşının ardından yapayalnız kalmıştı usta yazar. Sadece eşini, hayat arkadaşını değil; her şeyini kaybetmişti.

Eşinin ölümünün ardından başka bir eve taşınan Yaşar Kemal, daha sonra ikinci evliliğini yaptı. Neredeyse yarım asrı beraber geçirdiği eşi Thilda’dan sonra yalnızlık çok zor gelmişti usta yazara. Artık yalnızlığa daha fazla katlanamayan yazar, hayatını Ayşe Semiha Baban ile birleştirdi.

Yaşar Kemal’in ikinci eşi Ayşe Hanım; Boğaziçi Üniversitesi, Harvard Üniversitesi gibi okullarda eğitim görmüş, iyi derecede Fransızca ve İngilizce bilen, oldukça eğitimli bir kadındı. İkinci evliliğiyle bazı çevrelerce eleştirilen Yaşar Kemal; her defasında kendini savunmak durumunda hissedip, bu evliliği yalnızlığa dayanamadığı için yaptığını açıklıyordu.

Yaşar Kemal’in hayatı hep mücadele içinde geçti. İlerleyen yaşının da etkisiyle yavaş yavaş organlar işlevini yerine getirmemeye başladı ve takvimler 28 Şubat 2015’i gösterdiğinde usta yazar, hayata gözlerini yumdu.

Ölüm sebebi, çoklu organ yetmezliğiydi. Türk Edebiyatı, mihenk taşlarından birini kaybetti. Ardında onlarca eser ve birçok ödül bıraktı. Yaşar Kemal, daha ölmeden ölümsüzleşen yazarlardan biri olmayı başarmıştı. Eserleri onlarca dilde birçok dünya insanı tarafından okundu, hâlâ da okunuyor. Geride usta yazarla özdeşleşen birçok Yaşar Kemal Sözü kaldı. İşte unutulmayan bazı Yaşar Kemal sözleri…

“O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler ve çekip gittiler.”

“İnsan düşleri, öldüğü gün ölür.”

“İnsan çürümedikçe şiir çürümez.”

“Açlıktan ölümü izlemek, acıların en büyüğü.”


Biyografi kategorisinde bulunan diğer içerikleri de okumanızı tavsiye ederiz!

Yazar Hakkında

Arif TAN

Lisans, Dokuz Eylül Üniv. - Makine Mühendisliği Yüksek Lisans, Marmara Üniv. - MBA Doktora, Zürih Üniv. - Ekonomi (Halen) 19.10.1987 Antalya doğumluyum. Çeşitli dergi, kurum ve kuruluşlarda yazarlık yapmaktayım.

Tüm Makaleleri Göster