Schneider, Johnson, Hornig, Liebowitz ve Weissman (1992) 18 yaş ve üzerindeki 18.000 yetişkinle gerçekleştirdikleri çalışmalarında sosyal fobinin başlangıç yaşının 13.3-15.5 yaş arasında olduğunu bulmuşlardır. Toplumsal kaygı bozukluğuna sahip hastalar, sosyal durumların çoğunda (topluma karşı konuşma, insanlarla birlikte yemek yeme vb.) olumsuz bir şekilde incelendikleriyle ilgili gerçek dışı bir korkuya sahiptirler.

Bilişsel şemalarımızın, çevredeki olaylara, insanlara ve kendimize yönelik algılarımızın da birçok davranış bozukluğunda olduğu gibi, toplumsal kaygı bozukluğunun oluşumuna etkileri vardır. Rapee ve Heimberg (1997) toplumsal kaygı bozukluğunu açıklamak için bilişsel davranışçı modelleri ortaya koymuşlardır. Buna göre sosyal fobiye sahip kişilerin çevrelerindeki insanları, kendilerini negatif olarak değerlendirecek dışsal bir tehdit unsuru olarak gördüklerini belirtmektedirler. Bu negatif algılar, bireyin iletişimde olduğu insanlardan gelen sıkılma, isteksizlik gibi tepkilere daha fazla dikkat etmesine, benliğinin diğer insanlar tarafından olumsuz olarak değerlendirildiğinin düşünülmesine yol açar. Birey gösterdiği performansın, çevresindeki insanlara oranla daha altta olduğunu düşünür. Bu da bireyde fiziksel, bilişsel ve davranışsal kaygı semptomlarını beraberinde getirir. Bu model sosyal fobinin altında yatan bilişsel mekanizmaları açıklamaya yönelik bir alt yapı sunmaktadır.

Olumsuz değerlendirilme korkusunun yanında olumlu  değerlendirilme korkusu da taşımaktadırlar.  Weeks ve arkadaşlarına göre (2008) sosyal fobinin bilişsel modeliyle ilgili olarak, olumsuz değerlendirilme korkusuna vurgu yapılmasına rağmen, genel olarak değerlendirilme korkusu hakimdir. Olumlu değerlendirilmekten de kaygı duymaktadırlar. Kendilik sunumu (self presentation) modeli, sosyal fobinin kendilik sunumu varsayımına göre insanlar bu iki durumda sosyal anksiyete yaşarlar.

Kişi, diğer insanlar üzerinde iyi izlenim bırakma konusunda isteklidir. İstediği izlenimi elde etme konusunda şüpheleri vardır. Bu iki durumdan herhangi biri olmazsa sosyal anksiyete de gelişmez.

Sosyal fobi kişinin yaşantısını tüm alanlarda etkileme eğilimindedir. İş yaşamında, eğitim alanında, sosyal ve duygusal ilişkilerde sorunlara sebep olmaktadır. 

Toplumsal kaygı bozukluğunda ailenin rolü ve yetiştirilme tarzının etkisi incelendiğinde, sosyal fobisi olan ergenlerin ebeveynlerinin çocuklarına karşı aşırı korumacı ya da reddedici davrandıkları kaydedilmiştir. Bögels, Van Oosten, Muris ve Smulders (2001) sosyal kaygısı yüksek olan aile ve çocuklarını inceledikleri çalışmalarında, çocuğun kaygı düzeyinin ailesinin kaygı düzeyiyle doğru orantılı olduğunu bulmuşlardır. Risk faktörlerinde sosyal eşitsizliklerin de önemi vardır.

Sosyal fobi tedavisinde en etkili tedavi, anksiyeteye sebep olan olay ya da ortamlardan kaçınmayı önlemek, hastayı bu durumlarla yüzleştirmektir.

Bilişsel davranışçı tedavide sosyal fobi hastalarındaki bireyin kaçınma davranışında bulunmasına neden olan öz değerlendirmedeki bilişsel çarpıntılarını ve anksiyeteye sebep olan  bilişsel unsurların tanımlanması ve değiştirilmesi amaçlanmaktadır. Bilişsel davranışçı tedavinin aşamaları sırayla; anksiyeteyi giderme tekniklerinin öğretilmesi, toplum içine çıkıldığında duyulan korkuyla baş etme becerilerinin geliştirilmesi, bilişsel yeninden yapılandırma ve en sonunda hastayı, anksiyeteye yol açan durumla maruz bırakmadır.

Bozukluğun doğası gereği, sosyal ortamlarda ortaya çıktığından grup ortamının da doğal bir yüzleştirme ortamı sağlaması nedeniyle grup terapilerinin etkili olacağı düşünülmektedir. Grup terapileri bu bireylerin iyileşmesi için olumlu akran model alma, pekiştirme, sosyal destek ve sosyal durumlara maruz kalma gibi açılardan daha fazla fırsat sağlamaktadır.


Psikoloji kategorisinde bulunan diğer makaleleri de okumanızı tavsiye ederiz!