Hepimizin bildiği üzere Dünya’mızı o sonsuz hiçlik denizinde aydınlatan yegane yıldız Güneş’tir. Bulunduğumuz gezegeni bu denli aydınlatan bir yıldız, nasıl oluyor da evreninin tamamını aydınlatmaya yetecek enerjiye sahip olamıyor? Daha da önemlisi gözlenebilir evren de 30 milyar trilyon adet yıldız bulunduğu düşünülürse nasıl oluyor da evren bu kadar yıldızın varlığına rağmen kapkaranlık kalabiliyor? Yoksa, evrenin bizlerin göremediği başka bir rengi mi mevcut? Ya da evren sandığımızın aksine sonsuz değil mi?

İşte tüm bu sorular 1823 yılında da Alman gök bilimci Heinrich Wilhelm Matthias Olbers tarafından da soruldu. Heinrich, evrenin durağan ve sonsuz olduğunu düşünüyordu. Bu da demek oluyordu ki gökyüzün de bakılan her bir noktada mutlaka bir yıldız ya da herhangi bir ışık kaynağı bulunmalıydı. Sonsuz olduğu düşünülen evren trilyonlarca yıldızın ışığı ile kaplanmış olmalı ve gece de tıpkı gündüz gibi aydınlık olmalıydı. Heinrick’in tüm bu düşünceleri bilim dünyasında Olbers Paradoksu’nun doğmasına sebep oldu. Bu paradoks 20. yüzyıla kadar gizemini korudu.

1920’li yılların ortaların da ise astronom Edwin Hubble, yapmış olduğu araştırmalar ile galaksilerin birbirinden giderek uzaklaştığını ve evrenin statik veya zamansız olmadığını tam tersine zaman için de durmaksızın genişlediğini keşfetti. Bu büyük keşfi sonucunda da Olbers Paradoksu paradoks olmaktan çıktı ve Büyük Patlama Teorisi’ni inşa etti.

Büyük Patlama’ya göre evren sonsuz değil yaklaşık 14 milyar yaşındadır. Yani bizler gezegenimize yalnızca 14 milyar ışık yılı uzaklıktaki yıldızları görebiliriz. Bu da demek oluyor ki yıldızlardan çıkan ışık ışınları henüz bizlere ulaşmış değil, zaten ışık hızının aşılamayacağı düşünülürse bu teorik olarak da mümkün değildir. Evrendeki devasa mesafeler düşünüldüğünde evrenin neden simsiyah olduğunu anlayabiliyoruz.

Evrenin simsiyah görünmesinin bir diğer nedeni ise, ışığın dalga boyunun git gide büyümesidir. Genişleyen evren de, yıldızların bizlerden giderek uzaklaştığını keşfetmiştik. Bu da ışığın bizlerden giderek uzaklaştığını ve dalga boyunun büyüdüğünü gösterir. Dalga boyu büyüyen ışık kızıla kayar ve görünür bölgenin dışına çıkar. Bu nedenle de gözle görülemez hale gelir.

Peki, ama görülemez olan bir şeyi nasıl algılayabiliriz? Neyse ki geliştirdiğimiz teknoloji sayesinde evreni anlama kapasitemizi genişletebiliriz. Çok hassas, gelişmiş Dünya ve uzay tabanlı araçların yardımıyla, tüm elektromanyetik spektrumda evreni gözlemleyebilir. Bizim için bilinmez şeyleri açıklığa kavuşturabiliriz. Günümüzde gelişmiş modern teleskoplar ile bakıldığında evrende bizlerin göremediği farklı dalga boyların da birçok ışık olduğu gözlemlenmiştir. Yani bizlerin simsiyah bir boşluk olarak gördüğü evren aslında tahmin edilemeyecek güzellik ve çeşitlilikte ışıklar ile kaplıdır. Sırf bizler göremiyoruz diye bir şeyin olmadığı düşünülebilir mi? Tabii ki de hayır.

Neden dünyaya geldiğimiz ile ilgili kafamızda sorular olsa da nasıl bir dünyaya geldiğimizi keşfetmek yine bizlerin elinde. Daha fazla okuyan, araştıran ve soru soran bireyler olabilmek dileğiyle.

Uzay kategorisinde bulunan diğer içerikleri de okumanızı tavsiye ederiz!

Yazar Hakkında

Aleyna BAYKAL

benimühendisim de serbest konulu içerikler üreten bir yazarım, bunun yanı sıra sayfa da editörlük yapmaktayım. Lisans eğitimimi Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Metalurji ve Malzeme Mühendisliği bölümünde tamamlamış bulunuyorum. İlgi alanlarım ise psikoloji, kozmoloji ve tarihtir.

Tüm Makaleleri Göster