Sosyal medya hayatımızın vazgeçilmez bir parçası. Günümüz nasıl ve nerede geçerse geçsin elimiz bir şekilde telefonumuza, gözümüz sosyal medya hesaplarımıza gidiveriyor. Hayatlarımızın en kusursuz en güzel anlarını sergilediğimiz bu platformlarda gezinirken zaman zaman hayatın da kusursuz olması gerektiği yanılgısına kapılabiliyoruz. Böyle zamanlarda hayatımıza bir nebze de olsa yabancılaşmış hissedebiliyoruz kendimizi.  Her şey, herkes için mükemmel gidiyorken tüm aksilikler bizim başımıza geliyormuş veya hayatın bazı gerçekleri yalnızca bizi buluyormuş hissine kapılmamız oldukça doğal oluyor haliyle.

Kendimizle göz göze gelmeye ve hatta hayatın filtrelerin ardına saklayamadığımız gerçekliğiyle yüzleşmeye çekiniyoruz… Gerçek olan her şey gibi hayat da zıddıyla var ediyor kendini ancak gelin görün ki bu son derece normal akışı bile yadırgamak mümkün olabiliyor. Halbuki kusursuz olmak için teptiğimiz yollarda pek çok kusurla karşılaşmamız, bir an önce kavuşmayı dilediğimiz anlardan uzaklaşıp durmamız ya da başarılı olana kadar defalarca yanılmamız ne kadar da hayatın içinden.

Yanlış ve kusur algımız

Böyle bir yabancılaşma sürecine girdiğimizde olumsuz diye kategorize ettiğimiz kusurların, yanlışların,  var oluşunu yine olumsuz olmaları sebebiyle reddetmeye çalışabiliyoruz. Mükemmel(!) olmamız gerektiğine olan inancımız, kimliğimizi şekillendiren koşulların da mükemmel olması gerektiği fikrini dayatabiliyor bizlere. En çok da o zamanlarda tekrar tekrar düşünmek gerekiyor bazı kavramları ve onlara dair algımızı bana kalırsa.

Yanlış ne demektir, bizi nasıl şekillendirir biz onu nasıl şekillendiririz? Her yönüyle düşünecek ve yeniden tanımlayacak olursak, onu hayatımızda nereye koyarız? Ne kadar yanlış yaptığımız, doğruyu bulmak için ne kadar uğraştığımızı gösteriyor olamaz mı? Yaptığımız her yanlışla doğruya biraz daha yaklaşıyor olmamız mümkün olabilir mi?

Kusurlarımızın farkında olabilmemiz, onlar üzerinde çalışabilmemiz için önemli olabilir mi? Varlığını hiç kabul etmediğimiz bir kusuru değiştirebilir miyiz? Değiştiremeyeceğimiz kusurlarımızı kabullenebilmek de mutluluğumuzun bir parçası olabilir mi?

Bir de şöyle düşünelim…

Bu soruları cevaplayabilmek adına biraz daha somut örnekler belirleyelim. Mesela ‘yanlış’ kavramını günlük hayatımızda defalarca karşılaştığımız deneme sınavları üzerinden düşünmeye çalışalım. Doğru ve yanlışın birbirinden belki de en keskin şekilde ayrıldığı en basit haliyle gözler önünde olduğu deneyimlerimiz üzerinden…

Hepimiz başarımızı yaptığımız doğru soruların sayısıyla ölçeriz. Gerçekten de doğru yapabildiğimiz sorular bildiğimizin veya yorumlayabildiğimizin göstergesidir. Peki, hazırlandığımız o büyük sınavlara kadar geçen sürede yaptığımız yanlışlar neyi gösterir? Bilmediğimizi veya yorumlayamadığımızı. Yanlışı sadece bu gözle değerlendirirsek gerçekten de yanlış bundan ibarettir.

Bir diğer bakış açısıyla aynı örneği değerlendirelim. Doğru çözdüğümüz sorular, bize yeni bir şey katmayan yani bilgisine çoktan sahip olduğumuz sorulardır. Kusurlarımızın, öğrenemediğimiz konuların, eksik yönlerimizin göstergesi ise yanlış yaptıklarımızdır. İşte onlar bizi daha iyi olabilmemiz için yönlendirirler. Eğitim hayatımızda bize ayna tutarlar ve biz bu aşamada aynanın gösterdiklerini kabullenirsek, kendi fırsatımızı yaratır, daha iyi olabilme yoluna o anda çıkarız.

Yanlışlarımıza ve kusurlarımıza belki biraz da böyle yaklaşmak gerekiyor. Onları birer fırsat olarak görebilmek ve sahip olduğumuz fırsatları nasıl değerlendireceğimizi seçmek bizim elimizde. Böyle düşündüğümüzde hayatımızın bu vazgeçilmez yanlarıyla barışmak kolaylaşacaktır. Yaşamımızın bir bütün olarak ne kadar değerli ve kendi içerisindeki dengesiyle aslında mükemmel olduğunu görmek yaptığımız her yanlışın, gördüğümüz her kusurun bizi dün olduğumuz kişiden daha iyi yapabilmesine yardım edebilir. O halde neden yola şimdi çıkmayalım?

Hayata Dair kategorisinde bulunan diğer içerikleri de okumanızı tavsiye ederiz!